Zâhir Evliyâsı

Bibliyofil bir filoloğun yazı defteridir.


Çizgi Roman Kırâathânesi XI: Ev, Made in Abyss (I), Yalnız Kurt ve Yavrusu (III)

1. Ev

  • Paco Roca · Desen Yayınları · 2021 · 128 syf.

TÜYAP’ta tatlı dilli, hoşsohbet bir tezgâhtarın iknâsıyla satın aldığım ancak fizikî olarak küçük resim defteri gibi olmasının iticiliğiyle bir türlü okuyamaya başlayamadığım bu grafik romanın beni kendine bağlayacağını tahmin bile edemezdim. Kelimenin tam anlamıyla bir şâheser.

Bir sene önce kaybettikleri babalarının yazlığını satmak üzere orada buluşan üç kardeşin öyküsünü okurken aslında başrolünü babalarının oynadığı hâtıralarını da yoğun bir şekilde izliyoruz. Orta hâlli bir adamın şoförlük yaparak zar zor diktiği yazlığının doğuşunu seyrederken elbette her bir kardeşin mâzisinde yer eden yazlık anılarının nasıl tek tek gün yüzüne çıktığına da şâhitlik ediyoruz ve bu durum bizi de hatırlamaya dâvet ediyor. Tâdilatından tâmiratına, ağaç dikiminden unutulmaz sohbetlere birçok unsurda insan kendini görüyor ve çocukluğunu özlüyor. Aynı zamanda özlenen bir diğer şey, bir zamanlar hakîkaten güçlü olan fakat bir tabiat kanûnu olarak zayıflayan, bir noktada da kopan aile bağları. Bu açıdan kitabın geneline hâkim bir hüzünden de söz etmek lâzım. Yine de bun un bir mâtem havası taşımadığını söyleyeyim. Bri çok yerde gözyaşı yataklarım yerinden oynadı, yer yer süzülüverdiler. Babanın ölümü, ölümden önceki görüşmezlikler, buluşmazlıklar ama ebeveynlerin evlatlarını bekleyişleri… Kitabın sonunda en vefâsız olduğunu düşündüğüm küçük oğulun babasının hayâlindeki çardağı yapmayı teklif etmesi gözlerimin dolmasına sebep oldu. Âferin dedim. Sanki bunu bekleyen dâima benmişim gibi.

Kurgunun çok iddiâlı bir yanı yok. Buna rağmen âile kavramına önem veren herkesin çok çok keyif alacağı bir anlatımı var. Sâde, akıcı ve fakat okur açısından muğlak bir son. Muğlak dediysem, “ev satılacak mı satılmayacak mı”ya endeksli bir merak. Fakat ben çok tatmin oldum sondan. Çünkü babaları olmasa bile bir araya gelmeleri gerektiğini yeniden keşfetmeleri ve bundan memnun olacaklarını anlamaları beni çok mutlu etti.

Bu sâde kurguyu sevdiren en önemli etken muhakkak ki yumuşak çizimler ve sıcak-soğuk arasında geçiş yapıp duran renkler. Renklere yüklenen anlamlar beni kendine hayran bıraktı. Sarı tonu bir yerde birinin hâtırasını renklendirirken mavi ton bir yerde hastanenin kendisi oluyor. Okunması gereken bir çizgi roman.

2. Made in Abyss – Cilt 1

  • Akihito Tsukushi · Komik Şeyler Yayınevi · 2019 · 168 syf.

Spoiler içerir. Hatta ilk cildin kısmen özeti mâhiyetindedir.

Birkaç asra uzanan keşifler ve îcatlar çağında olmamıza, teknolojinin baş döndürücü hızına rağmen bugün yeryüzünde, Ay’dan bile daha az bilinen yerler var: Okyanuslar. Bu beni dâima şaşırtmıştır. Gözler semâya bakar, merakla araştırır, bu yolda îcatlar peşi sıra gelir ve gidilir. Ama îcatların hâlâ âciz kaldığı bu yanı başımızdaki ummanların hepi topu %5’i kefedilmiş durumda. Akıl alır gibi değil. Bu bilgiye sâhip olduğumdandır, Made in Abyss’in kurgusuna gâyet mâkul gözüyle bakıyorum: Dünya’da her yer keşfedilmiştir, Abyss adı verilen devâsâ çukur hâriç. İlk 15.500 metresine dâir eksik de olsa bilgiye sâhipler. Hatta bu mesâfe kendi içinde altı katmana bölünmüş. Birinci katman Abyss’in kenarı, 1350 metreye kadar. İkinci katman 2600 metreye kadar ve ayartma ormanı olarak adlandırılıyor. Çünkü ormanlar tepetaklak. İrtifa hastalığına yakalanılıyor. Şans eseri bu katmana kadar gelmişseniz kimse ardınızdan sizi tâkip etmez,sizi intihar etmiş farz ederler. Üçüncü atman 7bin metreye kadar. Büyük Fay adındaki yerde 4bin metrelik dikey bir uçurum var. Halüsünasyonlar görülmeye başlar. Dördüncü katman Devin Sake Kâsesi adını taşıyor ve 12bin metreye kadar. Her biri 8yüz metrelik bitkiler var ve bitkilerin içinde kaynar sular var. Bâzısında ise asit kaynıyor. Burası hakkında bilinenler çok az. İnsanın her deliğinden kan fışkırdığı biliniyor. 13bin metreye kadar olan beşinci katmana Ceset Denizi deniyor. Sâdece sudan oluşuyor, aşağı katmana geçmek için suya dalmak lâzım. Altıncı katman Dönüşü Olmayan Kent, 15.500 metreye kadar. Son nokta 15.500den başlıyor ancak nerede bittiği bilinmiyor. Dip noktasının 20bin ve üzeri olduğu tahmin ediliyor ve adı Cehennemin dibi. Bu arada her katın kendine mahsus yaratıkları olduğunu söyleyeyim.

Evet. Buraya seferler düzenleniyor. Yapanlara Mağara Akıncıları adı veriliyor. Sebebi değerli kalıntılar var ve Abyss’in kenarındaki Orth kentine zenginlik katıyor. Bir nevî ganîmet. Gidip de dönmeyenlerden biri Lyza. Büyük bir kahraman. Hâmileyken devletin emriyle aşağı iniyor, vazîfesini yerine getiriyor. İki yıl sonra verilen bir görevle tekrar iniyor ve asla geri dönmüyor. İki yaşındaki kızı Riko yetimhâneye alınıyor. Ancak kızı da onun gibi olmanın hayâliyle didinip duruyor. 12 yaşından biraz büyük. Birgün yetimhâne idâresinin gözetiminde 150 metrelik derinliğe sefer düzenlerken başına tâlihsiz bir şey geliyor ve biri onu kurtarıyor. Kendisini kurtaran kişiyi arkadaşlarının yardımıyla yetimhânedeki odasına getiriyor. İnsana benziyor, ancak bir robot. İnsanüstü özellikleri var. Gel gör ki hafızasını yitirmiş durumda. Gidecek yeri de yok. Riko ona eski köpeğinin adını veriyor: Reg. Başına bir iş gelmesin diye Reg’in robotluğu saklanıyor. Ayrıca alavere dalavere ile yetimhâneye alınıyor, akıncı olmak üzere yetiştirilmeye başlıyor.

Bir gün Akıncılar Sendikası Riko’yu çağırıyor. Annesinden kalma bir mektup olduğunu söylüyor. Annesinden gelen bu kısa mektuptan annesinin hâlâ hayatta olduğu anlamını çıkartıp Reg’in yoldaşlığıyla Abyss’e, Cehennemin Dibi’ne gitmeye karar veriyor.

Kitabın 16+ uyarısıyla basılması doğru karar.

Kurguyu çok sevdim. Çizimler oldukça güzel, kuruguyu kaldıran ayrıntılı tasvirler var. Hatta hâlihazırdaki manga tecrübelerimle kıyasladığımda ona manga bile demezdim. Ancak baskıdan bu denli keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. Özgün basımına dâir en ufak bir fikrim yok. Fakat renkli yapılmış görünen bir çizgi romanın fotokopisi gibi. Karmaşık çizimlerle siyah ve tonları bir araya gelince inanılmaz göz yorucu. Kitap göz bozmak için var gibi. Baloncuklar da problemli görünüyor. Türkçe tercümeyi kaldıramayacak denli ince olanlardaki diyalogları okumak çok zordu ki bu durum kitap için ender bir şey değil. Bir de bu çizgi romanın özgün boyutu sanki daha büyükmüş de Komik Şeyler daha küçük boyutlara sığdırmış gibi. Çünkü kimi paneller sıkış pıkıştı. Velhâsıl sekiz cildini de almış olmasaydım, kurgunun güzelliğine rağmen baskıdan ötürü okumazdım.

3. Yalnız Kurt ve Yavrusu III

  • Kazuo Koike · Marmara Çizgi Yayınları · 2012 · 311 syf.

İkinci cildi adamımızın çeşitli sipârişleri için insan doğramasıynı tahkiye ettiği için özel olarak üzerinde durmaya gerek görmedim. İlk cilt ile ilgili yazı için tıklayınız.

Çizim ve kurgu açısından değerlendirildiğinde başarılı bir çizgi roman olmakla birlikte câni bir adamın kendi hedefleri doğrultusunda ve sipâriş üzere çeşitli planlarlar yaparak ve bunları gerçekleştirirken sıklıkla 3 yaşındaki oğlunu da kullanarak kurbanlarını kesip doğraması mîde bulandırıcı. Halkı için çabalayan ancak idârecilerin tamahkârlığına mânî olduğu için onların nefretini kazanan Yaşayan Buda’yı öldürdüğü hikâyede bu bahsettiğim iğrenme duygusu tepe noktasına ulaştı. Asıl kötü olan ise İtto Ogami’nin ideal biri olabilirmiş gibi güçlü erkeklik tasviri çerçevesinde kendi hedeflerini gerçekleştirebilmesi nedeniyle okurun gayrıirâdî bir biçimde takdîrini kazanması. Ahlâkî kaygılarımdan ötürü bir okur olarak böyle bir kişiyi takdir etmek istemiyorum. Adolf Hitler’in kendi hedefleri uğruna milyonlarca insanı katletmesini takdir etmekle eşdeğer bu. Dahası bu kâtilin gücünü kullanabilmesi de başarının ya da ideal insan/erkek olmanın bir göstergesi değil. Bence güç; iyi, doğru ve güzel uğruna kullanıldığında ve yine bunlara döndüğünde bir başarı hâline dönüşebilir ve takdir kazanabilir. Bu anlamda 3. ciltteki Tam Hasır, Yarım Hasır ve Bir Avuç Pirinç hikâyesindeki ronin Shino Sakon’un sûikastçının yolunu seçen İtto’ya kötü bir yolu seçtiğini ve eylemleriyle kötü biri olduğunu haykırması, onu bu insanlık dışı yoldan vazgeçirmek ve küçük oğluna temiz ve iyi bir gelecek vermesi için ona âdeta yalvarması, canı pahasına onunla dövüşmesi kitap boyunca hasretini çektiğim şeydi. Ne yazık ki Sakon emeline erişemedi, yine de iyiydi ve mâlûmum olan edebî eserler içinde en iyi kitap karakterlerinden biri oldu benim gözümde. Güçlülerden de güçlü olan İtto’nun, Sakon’un erdemliliği karşısında ağlamaktan kendini alamaması da bunun en büyük delîli. Bu insânî yönü onu daha iyi anlamak adına benim için ufak bir sebep doğurdu. Bu yüzden elimdeki ciltleri okumaya devam edeceğim.

Bu cildin en mühim tarafı şüphesiz ki İtto’nun neden sûikastçı olmaya karar verdiğini öğrenmemiz oldu. Nehirlerin Arasından Geçen Beyaz Yol hikâyesinin spoilerı verilecektir. Bayağı hikâyenin olay örgüsü özetlendi. Aman dikkat.

Anlayacağımız dilde, İtto bir cellat. Üstelik öyle alelâde bir cellat değil. Neredeyse dînî bir hürmet duyuluyor kendisine. Hânedâna mensup kişilerin kellesini dînî bir merâsim havasında vücutlarından ayırıyor. Kimse de ona infaz ettikleri yüzünden mesûliyet yüklemiyor. Tâ ki son vazîfesini yerine getirdikten sonra… Son vazîfesinde kellesini aldığı son kişi yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu. Öldürülenlerin askerleri, İtto’nun mesûliyetten vâreste olduğunu bilmesine rağmen onu öldüreceklerine yemin ediyorlar. İşin içine karman çorman saray enrikaları giriyor. İtto’nun evi basıldığında bütün hizmetçiler kılıçtan geçiliyor, hâmile karısı da öyle. Ölürken doğum yapıyor. (Bu kişiye epey üzüldüm. Ölmeden evvel kocasına kâbuslarında, öldürdüklerinin ona devamlı lânetler okuduğunu söyleyip duruyordu korkarak.) Bu felâketin akabinde müfettiş askerlerle gelip evi aramak istiyor. Sebebi ise katliamcı askerlerin seppuku (samuraylara has harakiri) yapıp kanlarıyla imzaladıkları îtirafnâmede İtto’nun shogunu (derebeyi) öldürme planları yaptığını söylüyorlar. Tabiî yalandan îbaret, çünkü müfettişin kendisi şahsî menfaati için planlar yapıyor. Onların önündeki en büyük engel ise İtto. Îtirafnâmede yazdıkları üzere İtto’nun âile tapınağına giriyorlar ve o da ne! Shoguna lânetler okunduğuna dâir güçlü kanıtlar. İtto reddetse de müfettiş onu tutuklamak istiyor ve olanlar oluyor. İtto bir şekilde mücâdele ederek oradan uzaklaşıyor ve yemin ediyor intikam almak için. Bu uğurda samurayın yolunu terk edip sûikastçının yoluna giriyor. Sakkisini (kan dâvâsı gütme isteği, öldürme arzusunu) geliştirmek için kendini eğitmeye başlıyor. Bu hikâyede İtto’nun başına gelenlerden ötürü kan dâvâsı gütmesini normal karşılıyorum çünkü o dönemde insanların kendi adâlet anlayışlarını yine kendilerince yerine getirilmesi beklenen ve saygı duyulan bir olay. Gel gör ki buna karar verdikten sonra sırf para için adam öldürmenin mantığını kavrayamadım. İyi olsun kötü olsun, haklı olsun haksız olsun kurbanlarını bir tavuk gibi boğazlıyor. Üstelik üç yaşındaki oğlunu kullanarak ve onun gözü önünde. Onun intikam hissine anlayışla yaklaşmakla birlikte girdiği yolu mâkul görmüyorum, göremiyorum. Meselâ son hikâye bayağı açıktı. Bir hânedan ormanları talan edip keresteleri Edo’ya satıyor. Bu ticâretten bayağı para kazanıyor, hazînesini dolduruyor. Gel gör ki ağaçlarını kestiği yerde sel oluşma ve heyelan riski var ve o riskli bölgede başka bir hânedânın idâresi var. Üstelik o ağaçlrın kesilemeyeceği üzere çok uzun zaman önce bir anlaşma yapılmış. Ağaç tüccarı olan hânedan kendi bildiğini yapmaya devam edince öbürü de mâdem öyle ağaçları kesmeye devam edersen ormanı ateşe veririz diyor. Bunu derken de sırtını güçlü rüzgârlara dayıyor. İşte tam bu noktada kâtil kiralanıyor. Görev: Her ihtimâle karşı ormanı ateşe verme ile emrolunmuşları öldürmek ve elbette çıbanın başını da… Nitekim oğlunu kullanarak hepsini öldürüyor. Adam son nefesinde de bu ormanı keserlese felâketler olacak diyor. “Kardeş, sen ateşe verirsen de seller, felâketler olacak.” diye lüzumsuz bilgelik yüklediği birtakım laflar ediyor İtto. İşte, o sırada onu kiralayan bey, seni hayatta tutamam deyip adamlarını onun üzerine yolluyor. İtto da mâdem öyle deyip rüzgârın da yardımıyla bütün ormanı ateşe veriyor. Fesüphânallah! Gel de bu adamla empati kur. Her hâlükârda o kafa tuttuğu ve kendine mesken edindiği Meifumado’nun yolcusu. (Budislerin cehennemi.)

Velhâsıl… İtto bana müthiş itici gelen bir kahraman. Kahraman dediysem olumlu anlamda değil, kurgusal bir terim îcâbı başkişi anlamında kullandım kelimeyi. Ancak iş güç el verdiğince devâmını okuyacağım. Hâlâ öğrenmek istediklerim var. Bu sûikastçının yoluna girmesı ile kan dâvâsı gütmesinin ne zaman kesişeceğini merak ediyorum.

Bu ciltten güzel bir alıntı da paylaşmak isterim:

Kaç kişiyi öldürdüğünün bir önemi yoktur. Fethettiğin ülkelerin, talan ettiğin ganimetlerin ya da kazandığın ünvanların… Oturduğunda yarım hasır, uyurken bir hasırlık yer kaplarsın. Midenenin alacağı sadece bir avuç pirinçtir.

Ronin Shino Sakon, syf. 94.

Sakon ile İtto’nun dövüşü ve son diyalogları



Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın