Zâhir Evliyâsı

Bibliyofil bir filoloğun yazı defteridir.


Kurgunun Hâsıl-ı Kelâmları V: Zavallı Schlemihl’in Kederli Destanı

  • Peter Schlemihl’in Tuhaf Hikâyesi – Adelbert von Chamisso – Yordam Edebiyat [çeviri: Sabahattin Ali]

Çoğunluk içindeki azınlığa mensup bir yazarın kaleminden çıkmış, yer yer şiirsel ve baştan tırnağa masalsı ögelerle dolu anlamlı bir novella.

Bu kitap, normal şartlarda varlığı yokluğu bir olan gölgesini dipsiz ve bereketli bir altın kesesi karşılığında şeytan ile takas eden bir adamı konu ediniyor. Akabinde gölgesiz kalan bu adamın toplumdan dışlanmasına ve hatta son raddede mülkünün yakılmasına sebep olan bu pazarlığın acıklı netîcesini okuyoruz. Yidişlerin aptal ve beceriksiz kişileri nitelemek için kullandıkları sıfatın Schlemihl’e soyadı olması tesâdüf olmasa gerek ki biraz düşününce zavallı Schlemihl’in muhâsebesini yapmadan gölgesini satması aptallık değil de nedir? Belki de tartışmasız kabul görecek bir hatâdan bahsedebilsek de bu adamcağıza aptal demek için fazla acele ediyoruz.

Elbette bu kurgunun gerek arka kapak gerekse önsözün vâdettiği bir de alt metni var ki yazarın kendi yaşamıyla sıkı sıkıya bağlı. Milliyetçiliğin filizlendiği çağda Fransız köklere sâhip biri olarak Alman toplumunda dâimâ eğreti durması ve ona öyle hissettirilmesi, Fransa’ya gidip rahata kavuşmak istese de içinde büyüdüğü kültüre ve topraklara duyduğu âidiyetin onu geri döndürmesi derken bu rakip milletlerin savaşmaya başlaması… Bir atasözüyle özetlemek gerekirse bu novella için yazarımızın ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamasının kederli destanı demek de mümkün.

Sabahattin Ali’nin enfes Türkçesiyle dilimize kazandırdığı bu eserin önsözü de onun kaleminden çıkmış ve burada öz ama gâyet temiz bir biçimde kurgu ile yazar arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmış. Evet bir solukta okunacak denli akıcı ve alâkayı cezbedecek güçlü yönleri olan masalsı, zaman zaman çocuklara hitap eden bir içeriğe sahip. Ancak kurguyu şâyet Ali’nin mâlûmatları olmaksızın okusaydım bu kadar etkilenir miydim bilmiyorum. Okuma sürecim boyunca gölge kelimesini vatan diye kabul ettim ve böylece ıstırap verici bir bahtsızlık sergüzeşti okudum.

❗️❗️Bundan sonrası eser miktarda heveskaçıran içerir.

Bu pazarlık meselesini biraz açıklığa kavuşturmakta fayda var. Ortada üzerine düşünülmüş, ince elenip sık dokunmuş bir alışveriş yok. Schlemihl’in adam yerine dahi konulmadığı bir cemiyette en az kendisi kadar umursanmayan bir adam görür. Bu mel’ûn kişi cemiyettekilerin uçuk kaçık isteklerini bir emir telâkki edip cebinden çıkartmaktadır. Kâh bir Türk halısı kâh üç tâne yağız at. Olan biteni küçük dilini yutacak bir şaşkınlıkla izleyen Schlemihl çok geçmeden bu gri ceketli herifi kendisine abartılı reverans yaparken görür ve derken normal bir şey ister gibi ondan gölgesini ricâ eder. Bunun karşılığında birkaç seçenek takdim ettikten sonra keçi derisinden bir altın kesesi uzatır. Schlemihl de kabul etmiş olur. Yâni, baş karamanımız öyle ulaşılmaz hırslar yahut sancılı muhtaçlık netîcesinde bu noktaya savrulmuş değildir, âdeta oldu bittinin kurbanı olur ki birey – toplum çatışması bu hesapsızlığından gelir. Bu sebeptendir ki ben zavallı Schlemihl’e aptal demeyi doğru bulmuyorum.

Tüm zenginliğine rağmen gölgesiz oluşu toplum tarafından ilk dikkat çekici ve aynı zamanda korkutucu özelliği olur. Kâh kadınların dedikodularında kâh çocukların alaylarında kâh adamların kötü bakışlarına mâruz bırakılan genç adam lânetlenmiş olduğu gerçekliğiyle yüzleşir. Hiçbir yerde istenmez, koca toplumun içinde bir oturumluk yer bulamaz. Gittiği diyarlarda kendini, kimliğini, gölgesizliğini ne kadar gizlese de ister gün ışığı ister ay ışığı bir noktada onun çabalarını boşa çıkartır ve aradığı huzûru bozar, naif aşklarını bitirmeye mecbur olur. Cömertliği, babcanlığı, yardımseverliği para etmez. Kaçmak zorunda kalır, mütemâdiyen göç eder… Gölge ehemmiyetsizdir, tek başına bir anlamı bile yoktur, niçin gölgesizlik bir vebâymış gibi karşılanır, anlayamaz ama zamanla yalnızlık ve yabancılaştırma hücûmu altında öyle ezilir ki o da bir gölgesi olsun ister. Önce bir hizmetkâr olarak aldığı fakat daha sonra omzunda ağladığı, kollarına sığındığı hâlis bir dosta dönüşen Bendel’in öykünülesi yârenliği, sınırsız desteği ve güven verici muhafızlığı ona bir nebze rahatlık verse de sevdiği kızı kalkıp “gölgeli normal” birine vermeleri ile onun için işler çığrından çıkar. Artık hiçbir yere sığamaz. Gözyaşı sel olur, orayı terk eder. Bu zayıflığından istifâde etmek isteyen şeytan gölgesi karşılığında ondan rûhunu ona vermesi için baskı yapmaya başladığında o gece galeyana getirilen halk onun evini tahrip eder, yağmalar.

Savrulduğu noktada kendi dışındakilere karşı peşinhükümlü, asılsız temelsiz sabit fikirlere sâhip insanlardan ümîdini kesmeye mecbur kalır. Bu anlamda yazarımız Chamisso’nun modernite kavramını 1814 gibi erken bir târihte sorguya çekmiş diyebiliriz.

Çözümü yine kendisi bulur ama tesâdüfler de ona yardım eder. Kurguyu başka bir katmandan okuduğumuzda buraya kadar yazarın insan irâdesinin öneminin altını çizdiği, insanın yapıp ettiklerinin sorumluluklarını üstlenmesi ve netîcede sorunları kendi çözmesi gerektiğini de söyler görünmektedir. Biz vatan bağlamındaki katmana dönelim: Schlemihl toplumun geri çevirdiği sosyalleşme talebinden âdeta vazgeçerek kendini insanlıktan tecrit eder. Saâdetini bilgide, bilimde bulmasını sağlayan sihirli bir çift eski çizmeye denk gelmesiyle tâlihi yâver gider. Çevirmenin pek aklıllı bir tercihle Hızır çizmeleri adını veridiği bu çizmeler her adımda onu dünyânın bir başka ucuna götürür. Karalar denizler onun için bir adımlık uzaklığa dönüşür. Büyüleyici bir anlatımla okura sunulan bu çizmeli uzun paragraf yazarın gölge arzûsunun aslında toplum baskısından ötürü oluştuğunu, aslolanın gölgesizlik olduğunu, daha münâsip bir tâbirle yeryüzünün bir bütün olarak insanlığın ortak yurdu olduğunu coşkulu bir üslupla anlatır gibiydi. Kitabın sonunda baş kahramanımız tıpkı yazarımız gibi kendini bilhassa botaniğe verir. Bu da dikkat çekici bir husus olarak kanaatimce kurgunun alegorik bir metin saymamız gerektiğini ve metaforları yazarın hayatına endeksleyerek yorumlamanın daha doğru olduğunu göstermektedir.

Medeniyetin geliştikçe insanın vahşiliğini törpülediği, fıtratını yumuşattığı iddiasının aksine Sanâyi Devrimi ile dünyâya yayınlan bir örnek medeniyet kendisiyle berâber bitip tükenmez savaşları, sayısız kıyımları ve elbette ekserisi korku ve acıdan kaynaklanan toplu göçleri de berâberinde getirdi. Periferik azınlıkların ötekileştirilmesi meselesi de böylece ortaya çıktı. Bugün dünyânın dört bir yanında büyük ulusların en çok kaçındığı ve küçük ulusların ise en çok başının ağrıdığı mesele bu Schlemihllik olsa gerek. Çünkü vatanından kopmuş, gözünü gurbet addedilen yerlerde açmış nesiller ortaya çıkmıştır ve bu nesiller Schlemihl’in mâruz kaldığı “vebâlılık” muâmelesi karşısında temel insânî gereksinimlerini karşılamakta zorlanmaktadır. Bu noktada Türkçede Almanya için söylenen “acı vatan” adını anımsamakta fayda var.



Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın